- İkitelli O.S.B Mh. Dersankoop Sanayi Sitesi, Trios İş Merkezi A Blok No: 64, 34306 Başakşehir / İstanbul- TÜRKİYE
- [email protected]
- +90 533 897 3200
- +90 212 548 48 43
- +90 212 671 41 98
Zekat; dinin tarif ettiği ölçüde zengin olan Müslümanların yılda bir defa malının kırkta birini dinin belirlediği kimselere vermesidir.
Hür, Müslüman, akıllı, erginlik çağına gelmiş, asıl ihtiyaçlarından ve borçlarından başka nisab miktarı mala sahip olan ve malının üzerinden bir yıl geçen kimselere zekat vermek farzdır.
Ramazan ayının sonuna yetişen, zekat vermekle yükümlü her hür Müslüman’ın vermesi gereken bir sadakadır. Fıtır sadakası da denir.
Fitre ne zaman ve kimlere verilir? Fitrenin Ramazan Bayramı’nın birinci günü bayram namazından önce hatta bayramdan daha önce Ramazan içinde verilmesi gerekir ki, verilen yoksul kimse de ihtiyaçlarını giderebilsin. Fitre; küçük, büyük, akıllı, akıl hastası, hasta, sağlıklı her Müslüman için verilir.
Zekat, fakirlere, miskinlere, günlük yiyeceğini zor temin edenlere, yolda kalanlara, borçlulara, Allah yolunda cihat edenlere ve ilim öğrenenlere verilebilir. Zekat vermeye en yakınlardan başlanmalıdır.
Ana, baba, dede, nine, oğullar, kızlar ve bunlardan olan torunlar servetin kendisiyle korumaya alınıp desteklenmesi gerektiği için, bunlara zekat verilmez. Bununla beraber muhtaç olması durumunda; evlenerek başka aileye karışmış kız ve erkek kardeşlere, bunların çocuklarına yani yeğenlere, hala, amca, dayı, teyzeye ve bunun çocuklarına daha sonra diğer akrabalara ve komşulara zekat verilir.
Zekat ve fitre vermede ihtiyaç sahibi yakınlarımız ve malın kazanıldığı muhitteki diğer ihtiyaç sahipleri öncelikle hak sahibidir. Öyleyse çevremizdekilerin ihtiyaçları bir ölçüde karşılandıktan sonra uygun görülen uzak yerlere de gönderilmelidir ki; buralardaki kardeşlerimiz de ihtiyaçlarını karşılayıp bayram sevincini hep beraber tadabilsinler.
Zekatı vermek için nisab miktarı mala hicri takvime göre bir yıl sahip olmak gerekir. Bu miktara sahip olunduğu andan itibaren bir yıl takip edilir ve dolunca zekat verme süresi başlar. Yani Ramazan’da verme şartı yoktur ancak Ramazan’da ibadetlere katlanarak verilen ecirler, oruçla yoksulun halini anlama kişileri Ramazan’da zekat vermeye sevk etmektedir.
Bunlara zekat düşmez fakat eğer varsa getirdiği gelir üzerinden verilir.
Zekatı uygun yer bulunca zamanından önce peşinen vermede mahzur yoktur. Zamanı gelince yeniden vermeye de gerek kalmaz.
Zekat veya fitre verirken verilen kişiye söylemeye gerek yoktur. Fakat hayır kurumlarına verilirken ne olarak verildiği mutlaka bildirilmelidir.
Her ne kadar kişinin evi olmasa da para birikimi olduğu için 80 gr. altın miktarına ulaşınca bir yıl üzerinden geçer geçmez bu birikime zekât düşer.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak şunlar içindir: Fakirler, düşkünler, zekât memurları, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlar, (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihat edenler ve yolda kalmış yolcular…” (Tevbe; 9/60)
Buradaki sekiz grubu şöyle izah etmek mümkündür:
Fakir: Nisap miktarından fazla mala sahip olmayan ve bu sebeple zekât vermekle mükellef olmayan kimsedir.
Düşkün: Hiçbir şeyi olmayan; günlük ihtiyaçlarını, yiyecek ve giyeceğini dahi ancak başkalarının yardımıyla karşılayabilen kimse demektir.
Zekât memuru: Devletin zekât toplamakla görevlendirdiği memurlar -zengin de olsalar- bu işle iştigal ettikleri sürece, kendilerine ve bakmakla yükümlü oldukları kimselere yetecek miktarda zekât malından alabilirler.
Kalpleri İslam’a ısındırılacaklar: İslam’a meyilli olanlarla sıcak ilişki kurup hak ve hakikate ulaşmalarında yardımcı olmak ve İslam’la henüz müşerref olmuş bulunanların sebat ve bağlılığının güçlenmesine katkıda bulunmak gibi amaçlarla zekât fonundan kendilerine bir pay ayrılabilir.Köle: Köleliğin yürürlükte olduğu devirlerde İslam, kölelere isterlerse sahipleriyle bir miktar para karşılığında özgürlüklerini satın alma anlaşması yapma hakkı getirmiştir. İslam, ödeme yapma imkânı bulunmayan köleye de özgürlüğüne kavuşmasını sağlamak için zekât fonundan belli bir ödeme yapılmasını öngörmüştür.
Borçlu: Borcu olan ve borcundan başka nisap miktarı mala sahip olmayan kimsedir. Bu durumdaki kimseye zekât vermek, borcu olmayan fakire zekât vermekten daha öncelikli ve sevaptır.
Allah yolunda cihat edenler: İ’lâ-yı kelimetullah uğruna veya vatan savunması için Allah yolunda cihada iştirak etmiş olan, ancak nafaka, teçhizat vb. ihtiyaçları bulunan kimsedir.
Yolda kalmışlar: Gaza, hac veya ilim tahsili gibi yüce bir maksatla yola çıkıp yabancısı olunan memleketlerde nafakası tükenerek yardıma muhtaç duruma düşmüş olanlardır. Böyle kimseler zengin bile olsalar, memleketlerindeki zenginliklerinden o anda faydalanamıyorlarsa zekât alabilirler.
Zekât, insanı madden ve manen arınmaya ve olgunluğa ulaştıracak mali bir ibadettir. Allah zekâtı farz kılarak zenginlere, mallarının/paralarının belirli bir kısmını her yıl düzenli olarak fakirlere, ihtiyaç sahiplerine vermelerini emretmiş; bunu fakirin hakkı ve zenginin yerine getirmesi gereken bir görevi saymıştır. Kur’an’da Allah (c.c.), takva sahiplerinin yeryüzünde güzel davranan kimseler olduğundan bahsederken “…ve mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardır.” (ez-Zâriyât; 51/19) “Bunlar sahip oldukları mallarda muhtaç ve mahrumun belli bir hakkı bulunduğunu unutmazlar.” (el-Meâric; 70/22-25) diyerek daha Mekke dönemindeyken Müslümanları bu kutlu vazifeye hazırlamıştır. Bu görevi yerine getiren kişiler, zekâtın kelime anlamına da uygun olarak kendilerini ve içinde bulundukları toplumu arındırmış olacaklardır: “Onların mallarından sadaka (zekât) al. Onunla kendilerini temizlemiş ve arıtıp geliştirmiş olursun.” (et-Tevbe, 9/103)
Sadaka, zekâttan daha geniş olarak Allah (c.c.) için gönüllü olarak yapılan her türlü bağış ve infakı içermektedir. Özelde zekât, genelde ise sadaka İslam’ın, bireylerin ve toplumun maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlamada sosyal yardımlaşma aracı olarak devreye soktuğu ekonomik bir sistemi de ifade etmektedir.
Sadaka-i cariye, adından da anlaşılacağı üzere bir ırmağın akışı gibi akışı devam eden sadakalar için kullanılır. Vakıf kurma, cami, sebil, çeşme, köprü, medrese yaptırma vb., istifade ettikçe hayrı akmaya devam eden tasadduklar bu kabildendir.
“Âdemoğlu öldüğünde şu üçü dışında amel defteri kapanır: 1) Devam eden sadaka (sadaka-i cariye) meydana getirenler, 2) Yararlanılan bilgi, 3) Kendisine dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasıyyet, 14, No. 1631; Ebu Davud, Vesâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)
Hayır kurumlarına verilen bağışlar sadaka/sadaka-i cariye sayılırlar ve veren insanlar ecir alır. Hayır kurumları da hayra vesile olmanın ecrini alır. Sadaka-i cariye, adından da anlaşılacağı üzere bir ırmağın akışı gibi akışı devam eden sadakalar için kullanılır. Vakıf kurma, cami, sebil, çeşme, köprü, medrese yaptırma vb., istifade ettikçe hayrı akmaya devam eden tasadduklar bu kabildendir. Hayır kurumlarının açtırdığı kuyular, yaptırdığı müesseseler, hayırları ulaştırmak için aldığı arabalar, insanları tedavi için kurduğu müesseseler sadaka-i cariye çerçevesi içindedir.
Asli ihtiyaçlarından ve borcundan başka nisap miktarı veya daha fazla mala sahip olan hür, aklı başında ve buluğ çağını geçmiş Müslümanlar zekât vermekle mükelleftir. Buradaki “asli ihtiyaçlar” dan kasıt şudur: Ev, ev eşyası, binek/araba, teçhizat, elbise, mesleğini/sanatını yürütmek için gerekli araç-gereç, kitap vb. şeyler ve bir yıllık nafaka. Bir kimsenin bunlar dışında kalan mal varlığı -şayet varsa borçları düşülmek suretiyle- nisap miktarına ulaştıktan bir hicri yıl sonra o kimse zekât vermekle yükümlüdür.
Nisap miktarı: Zekâta tabi mallar birkaç türlüdür. Bunların her biri için farklı nisap miktarları vardır. Zekâta tabi mallardan bazıları, bunların nisapları ve zekât miktarları şöyledir:
Altın: 85 grama ulaşmışsa 40’ta 1’i zekât olarak verilir.
Gümüş: 595 grama ulaşmışsa 40’ta 1’i zekât olarak verilir.
Nakit parada da nisap altın ve/veya gümüşte olduğu gibidir. Günümüzde gümüş altına oranla hayli değersiz kaldığı için, nisap hesaplanırken altının esas alınması isabetli olacaktır.
Vergi ile zekâtı birbirine karıştırmamak gerekir. Dinen zengin sayılan bir kimsenin “Ben devlete vergimi ödüyorum” düşüncesiyle zekât vermekten imtina etmesi yanlıştır. Zekât ile vergi arasında teşri kaynağı, miktarı, amacı ve sarf edileceği yerler bakımından esaslı farklılıklar mevcuttur.
Bir kimsenin elindeki maddi varlık, asli ihtiyaçlar düşüldükten sonra nisap miktarına ulaşmıyorsa o kimse zekât vermekle mükellef değildir.
Ödenecek bir borç için elde bulundurulan paraya zekât düşmez. Geçmiş yıllara ait zekât borçları bulunan kimse de borçlu gibidir. Geçmiş senelere ait zekât borcunu ödedikten sonra elinde nisap miktarından az mal kalan kimse de zekâtla mükellef değildir.
Elde ettiği kira geliri, kendi oturduğu eve ödediği kiradan fazla olup bu fazlalık nisap miktarına ulaşır ve üstünden bir hicri yıl geçerse, bu kimsenin zekât vermesi gerekir.
İster kap-kacak, takı, biblo vb. şekillerde olsun isterse külçe hâlinde bulunsun, kadın ve erkeğin süs veya ev eşyası olarak kullandığı altın ve gümüşün -kendi başına veya diğer malvarlıklarıyla birlikte nisap miktarına ulaşmışsa- zekâtını vermek gerekir.
Eğer karı-kocadan her biri münferit olarak gelir sahibi ise ve her birinin geliri nisap miktarını aşıyorsa, hem kocanın hem de kadının zekât vermesi ve kurban kesmesi gerekir.
Kişinin çalıştırdığı işçilere zekât vermesinde hiçbir sakınca yoktur.
Zekât verilemeyecek kimseler bellidir: Yukarıdaki 2. maddede anlatılan nisap miktarı veya fazlası malı bulunanlar, gayrimüslimler (müellefe-i kulub’a dâhil olanlar dışındakiler), usul ve füru (yani kişinin anne-babası ile onların anne-babası vb., çocukları ve onların çocukları…), kişinin kendi eşi (hanımı) ve Hz. Muhammed’in soyundan gelenler.
Zekât bunların dışında kalanlara verilir. Zekât vermede en efdal davranış, zekâtın öncelikle zekâta muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına, sonra amca ve halalara, sonra bunların çocuklarına, sonra dayı ve teyzelere, sonra bunların çocuklarına daha sonra da diğer yakınlara verilmesidir. Bunlardan sonra da sırasıyla muhtaç komşular, meslektaşlar vb. gelir.
Zekâtta asıl olan “temlik” tir. Yani ayette sayılan sekiz sınıfa tahsis edilmesidir. Ancak kimi durumlarda zekât veren kimse, zekâta en fazla ihtiyaç duyan hak sahiplerine ulaşamayabilir. Böyle durumlarda “vekâlet” sistemi ile uzak yerlerdeki hak sahiplerine zekâtı ulaştırmak mümkün olur. Şöyle ki, zekât verecek kimse, zekâtını uzak bir memlekette bulunan fakir ve muhtaçlara ulaştırmak istiyorsa, bunu yapabilecek kişi veya kurumlara vekâlet vererek zekâtını teslim eder. O kişi veya kurum da o kişi adına belirtilen yerdeki fakir ve muhtaca zekâtı teslim eder. Böylece hem maksat hasıl olmuş hem de temlik şartı yerine getirilmiş olur.
Uygundur. Zekâtın bir kerede birkaç yere verilmesi caiz olduğu gibi, (borçlu olmak gibi) gerçek anlamda zorda olan bir fakire verilmesi de caizdir.
Altın ve gümüş, ticaret malları, define ve madenler, sağmal hayvanlar ve toprak mahsulleri zekâta tabi mallardır. Bunlara ilaveten günümüzde hisse senetleri ve nakit para da zekâta tabi mallar arasına dâhil olmuştur. Bu mallar kişinin tam mülkiyetinde olmalı, üzerinden bir hicri yıl geçmiş bulunmalı, borç ve temel ihtiyaçlar dışında nisap miktarına ulaşmış olmalıdır.
Zekâtın hesaplanış şekli kısaca şöyledir:
Ticaret erbabı, yıl sonunda elinde bulunan ticari malların (neyin alım-satımını yapıyorsa onun) dökümünü yapar ve elinde bulunan nakit para ile kesin alacaklarını da buna ilave eder. Borçlarını düştükten sonra elinde kalan miktar 85 gram veya daha fazla altına tekabül ediyorsa bunun % 2,5’luk kısmını ayırıp zekât olarak verir.
Fitre ise buğday, arpa, üzüm ve hurma olmak üzere dört gıda maddesinden verilir. Yaşadığımız yerde bunların hangisi daha kıymetli ise fitreyi onun üzerinden vermek uygundur.
Fitre, buğdaydan ise yaklaşık olarak 1460 gr; arpa, üzüm ve hurmadan ise yaklaşık olarak 2920 gr olarak verilir. Bu gıda maddelerinin kendileri fitre olarak verilebileceği gibi, değerleri hesaplanmak suretiyle para olarak da verilebilir. Hatta para olarak vermek daha uygundur.
Burada esas olan, bir fakirin sabahlı-akşamlı doymasını temindir. Dolayısıyla herhangi bir yerde veya zamanda, belirtilen miktarlardaki gıda maddelerinin değeri, bir fakiri sabahlı-akşamlı doyurmaya kâfi gelmiyorsa, o miktar üzerinde ısrar etmemeli, bir fakirin bir gün içinde normal ölçülerde yemek yiyerek sabahlı-akşamlı doymasını sağlayacak miktar esas alınmalıdır.
Kendilerine zekât düşen herkese fitre de verilebilir. Fıtır sadakası (fitre), kişinin bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir.
Zekât vermekle mükellef olanların fitre vermesi vaciptir. Fitre ibadetini küçümsememek gerekir. Verilene kadar kişinin uhdesinde bir borç olarak kalır.
Fitrede, sahip olunan malın ticaret malı olması ve artış gösterme özelliği bulunması gibi zekât yükümlülüğü için gereken birtakım şartlar aranmaz. Yine zekât mükellefiyetinde aranan “çocuk olmama ve akıl sağlığı bozuk bulunmama” şartı da fitre için mevcut değildir. Yani çocuklar ve akıl sağlığı yerinde olmayanlar da mali durumları uygun ise fitre vermekle mükelleftir. Onların yerine bu görevi veli ve vasileri yerine getirir.
Bir diğer fark da fitrenin buğday, arpa, üzüm ve hurmadan ibaret olan dört çeşit mal esas alınarak hesaplanmasıdır. Fitre bu ürünlerden hangisi üzerinden hesaplandığında fakirlerin menfaatine daha çok uygun düşüyorsa, o ürün üzerinden hesaplanmalıdır.
Sadaka ve bağışlar ile hayır kurumları yapılabilir. Sadaka ve bağışlar ve bunlarla ilgili olarak oluşturulmuş kurumsal yapılar olan okul, köprü, aşevi, konaklama merkezleri, su kuyuları, yetimhaneler gibi sosyal içerikli hizmetler sunan hayır kurumları ve vakıflar, insanların insanca yaşamalarına bir katkı olduğu gibi, toplumsal barış ve huzur için de vazgeçilmezdir.
Zekât ve sadaka ile geliştirilen sosyal yardımlaşma şekilleri toplumda zengin-fakir arasında var olan servet farkından kaynaklanabilecek dengesizlikleri en aza indirmek hedefindedir. İslam, servetin belli ellerde tekelleşmesine karşı tutumuyla oldukça dikkate değer bir ilkeye sahiptir.
Zekat ve sadaka, toplumda zengin-fakir arasında oluşabilecek dengesizliği önler ve toplumsal adaletin sağlanmasına katkıda bulunur. “…Ta ki mal, içinizden zengin olanlar arasında elden ele dolaşan bir servet hâline gelmesin…” (Haşr; 59/7)
Zekatta temlik şartı vardır. Bu da; zekat olarak verilen para veya malın, alan kişinin eline ulaşmasıdır. Bu kişilerin eline ulaşmasını sağlayan vakıf ve derneklere zekat verilir, caizdir.
Oruç ahlakımızı güzelleştirir.
Yoksullara karşı şefkatli ve merhametli olmayı öğretir.
İnsana nimetlerin değerini öğretir.
İnsanın sağlıklı olmasını sağlar.
Önceki günün iftar vaktinden o gün öğleden önceye kadar niyet edilebilir. Niyet için sahura kalkmak zarureti yoktur ancak kalkıp az da olsa bir şeyler yemek ya da en azından bir bardak su içmek, hem sünneti yerine getirir hem de Ramazan heyecanına iştirak edilmiş olur.
Yolcular, hastalar, gebe veya çocuk emziren kadınlar, yaşlılar, ölüme sebebiyet verecek açlık ve susuzluk çekenler, zorlama ve tehdit altında olanlar, çok ağır işlerde çalışanlar.
Oruç tutmakla hasta olan kimsenin çok sıkıntı çekmesi
Oruçtan dolayı ölüm tehlikesinin bulunması
Oruçtan dolayı hastalığın artması ya da şifanın gecikmesi
Banyo yapmanın oruca hiçbir zararı yoktur. Banyo yapan kişinin orucu bozulmaz.
Her ikisine de ilaç akıtmak orucu bozar ve kazayı gerektirir. Ancak kulağa su akıtmak veya kulağı temizlik için sokulan çöp, çubuk vb. orucu bozmaz.
Göze merhem sürmek, damla damlatmak ya da sürme çekmek orucu bozmaz.
Su ile ıslatılmış olsa bile oruçlu iken misvak kullanmak orucu bozmaz. Macunsuz fırça da misvak gibidir. Ancak macunla fırçalamada boğaza az da olsa su giderse oruç bozulur ve kaza gerekir.
Bu durumda oruç bozulur ancak yaptığı işte kasıt olmadığı için günahkâr sayılmaz. Sadece o günün kazasını tutar.
Oruçlu olan kimse oruçlu olduğunu hatırlamadan ağzına su almışsa orucu bozulmaz. Oruçlu olduğunu bilerek ağzına su almış ve boğazına kaçmışsa oruç bozulur ve bir gün kaza gerekir.
Aşı veya iğne ile vücuda giren ilaç orucu bozar. Bu yüzden zaruret olmadığı takdirde bunları iftardan sonra yapmak daha uygundur.
Böyle bir durum önceden belli ise oruca hiç niyetlenmemek kişiyi zaruri olarak bozmayı gerektiren bir durumdan kurtarır. Ramazan bitiminde o gün için kaza tutulur. Ani bir durum karşısında da oruç bozulur ve yerine kaza gerekir.
Su veya herhangi bir maddenin derinin gözeneklerinden vücuda nüfuz etmesiyle oruç bozulmadığı için bunlarla da bozulmaz.
Kendiliğinden gelen kusuntu orucu bozmaz fakat isteyerek kasıtlı meydana gelen kusuntu orucu bozar ve kaza gerektirir. Ağza gelip bir miktar geriye kaçan kusuntu da orucu bozar. Bu sebeple orucun kaza edilmesi daha uygun olur.
Kendisinden sakınmanın mümkün olmadığı dumanı koklamanın oruca zararı yoktur. Nefes darlığı çeken hastaların rahat nefes almalarını sağlayan oksijenli ilaçlı suyu, spreyi sıkmak orucu bozar. Çünkü bu sadece hava değildir, ilaçtır. Boğazdan tükürük yoluyla mideye ulaşır.
Ramazan’dan sonra iyileştiğinde bu oruçları kaza eder. İyileşmesi mümkün olmayan hastalar ya da oruç tutmaya takati olmayan yaşlılar her gün için fidye vermek zorundadırlar. Fidye; her gün için bir yoksulu sabah ve akşam için doyurmak veya bunun karşılığını nakit olarak vermektir.
Kişi oruca niyetlenip özürsüz olarak ve bilerek orucunu bozarsa kefaret gerekir. Bu da; bir köleyi hürriyete kavuşturmak, imkan yoksa ara vermeden ve ramazana denk getirmeden iki ay oruç tutmak, buna da gücü yetmezse atmış fakiri sabah akşam doyurmaktır. Oruca hiç niyet edilmeden yemek sadece kazayı gerektirir.
Malı veya benzeri ihtiyaç maddelerini hayır yolunda harcamak demektir. İnfak, zekat ve diğer sadakaları içerdiği gibi, gerekli yerlere ve uygun tarzda Allah için yapılmış her türlü bağış, yardım ve hayırları, kendi ailesine ve yakınlarına yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri de içine alır. İnfak; paradan, maldan olduğu gibi, ilimden, güzel sözden, güler yüzden de olur. Ayrıca sağlığın, saadetin, gençliğin de infakı vardır. Ve infak, farz olan cihadın bir şubesidir.
İnfak, Allah’a ibadetin öyle bir parçasıdır ki, onsuz din olmaz. Cömertliğin göstergesi olan “infak” kavramı, Kur’an’da türevleriyle birlikte 73 yerde geçmektedir. “Sana hangi şeyi infak edeceklerini, nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı verin.” (2/Bakara, 219)
Verilen maddi bir varlığın infak olabilmesi için her şeyden önce onun Allah rızası için verilmesi gerekmektedir. Cömertlik vasfının elde edilebilmesi için; yardımın gönüllü olarak yapılması (59/Haşr, 5; 57/Hadîd, 11-18; 5/Mâide, 13); karşılığında hizmet, övgü, mükafat beklenilmemesi (76/İnsan, 8-l0); yardım edileni rencide edebilecek davranışlardan kaçınılması (2/Bakara, 263-264); yapılan yardımın sahibi katında üstün bir değeri olması (3/Âl-i İmrân, 92) şarttır.
İnfak, fakirin kıskançlık duygusunu köreltir; zenginin şahsiyetini geliştirir. İnfak sayesinde zenginle fakir arasında güven, saygı ve sevgi oluşur. İslam kardeşliği de bu yollarla hayata geçer.
İnfak eylemi, mümine, dağıttığı şeylerin kendi özel malı olmadığını hatırlatarak onun bağış bencilliğini kırar; asıl verenin, asıl sahip olanın Allah olduğunu hatırlatır.
İnfak, israf ve lüks gibi şeytani eğilimleri azaltır; kalbin katılaşmasını önler; kalbe sevinç, mutluluk ve huzur verir. İnfak insanlarda şefkat ve merhameti arttırır; dost kazanmaya sebep olur; insanı Allah’tan başkasına ihtiyaç duymama faziletine yükseltir.
İnfak malı çoğaltır, malın bereketini arttırır. “Allah, faize verilen malı noksanlaştırır; sadakalara, zekata verilen malı ise çoğaltır.” (2/Bakara, 276) İnfak, malı afetlerden, kişiyi belalardan korur.
İnfak, fakir-zengin uçurumunu önler. Dilencilik ve başa kakma gibi onur kırıcı davranışlardan insanları korur. Kapkaççılık, hırsızlık, soygun, terör gibi olaylara giden yolu tıkar.
Kimlere infak etmemiz gerektiğini, hangi infakın daha önemli olduğunu Kur’an bildiriyor: “Onlar hangi şeyden infak edeceklerini sana sorarlar. De ki: Maldan infak edeceğiniz şey annenin, babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların, yolcunun hakkıdır.” (2/Bakara, 215)